
VİRÜS
Dünya, yeni imparatorluklarını seçmeye doğru
hızla ilerliyor. Geçmişten günümüze kadar süregelen imparatorluk savaşı insan
kıyımları üzerinden gerçekleştirilmiştir. İkinci dünya harbin hemen akabinde 6
Ağustos 1945’te Hiroşima’da, 9 Ağustos Nagasaki kentinde kullanılan nükleer
silahlar sonucunda ABD yeni dönemin imparatoru olmuştu. Japonya ‘da kullandığı
kimyasal silahlardan sonra dünya jandarmalığını ele geçiren ABD, o günden sonra
birçok bölgelde kesintisiz bir şekilde değişik biçimlerde ve yöntemlerle
savaşlar yürütmektedir.
Günümüz açışından imparatorluk, uzun bir
zamandan beri tartışma konusu haline gelmişti. Savaş ile iktidarını yürüten
ABD’nin dönemi kapanmıştır. Geçmişin tekrarı artık usandırmıştı kapitalist
efendileri. ABD’ye karşı sessiz üretimiyle Çin’in geleceğin imparatoru olacağı
gündemi sokaklara kadar inmişti. Çin, rakiplerini savaşarak değil ekonomik
olarak alt etmeyi hedefliyordu.
Dünya, Ortadoğu’daki vekalet savaşlarının
yürütüldüğü on yıl gibi koca bir dönemde Çin, hiç belli etmeden, ekonomik
planlamalarını hayata geçirmekle uğraş içerisindeydi.
Yerkürede siyasi ve ekonomik kaosun yaşandığı
böyle bir dönemde ABD’nin elinden imparatorluğu almaya aday olan Çin’in Wuhan
kentinde coronavirüsün ortaya çıkması tartışma konusudur.
Bu durum kafalarda soru işareti yaratıyor ve
Aralık ayında çıkıp yayılmaya başlayan virüs, “Aniden mi çıktı mı? yoksa
“Çıkarıldı mı?” sorularını düşündürmeye sevk ediyor.
Bu soruları sormamdaki neden elbetteki
devletlerin dünya üzerinde oluşan ve hızla yayılan virüs karşısındaki
tutumlarındandır. Siyasi yetkililerin açıklamalarına bakarak bu tarz sorular
kendiliğinden zuhur edip gündeme gelmektedir. Çin’de başlayan bu virüse seyirci
kalan dünya devletlerinin başbakan ve bakanlarının, sağlıktan sorumlu
olanlarının bir, iki ay gibi bir süre içerisinde seyirci kalarak hiçbir idari
tedbir almamaları, bunların arka kapılar ardında farklı kararlar aldığı olduğu
konusundaki fikrime güç katmaktadır.
Demeç vermek zorunda kaldıklarında dahi güven ve
umut verici olmaktan ziyade kaos yaratarak, halkı paniğe sürüklediklerini hep
birlikte gördük ve de yaşadık. Buradaki asıl soru, devlerin kendi aralarındaki
savaşın korkunç bilançosunun ne olacağıdır. Bütün bu gelişmeleri
sorguladığında, virüse “biyolojik saldırı silahı” demekten insan kendini
alamıyor.
Aynı göğün altında yaşayan insanoğlunun dengesiz
üretim hırsı içerisindeki rekabeti sonucunda kendi sonunu getirmeye çalışması
gayet doğaldır. Neden doğaldır? Çünkü dünya kapitalizmi, asalak üretim sistemi
üzerinden yürümektedir. Kapitalizmin asalaklığı da zaten buradan gelir.
Kapitalist üretim karakterinde gelişme ve sonrasında yıkım vardır.
Barbar kapitalist system, bu durumda devletlerin
katrilyonları kaybetmesine ve şirketlerin çökmesine neden olacaktır. Elbette,
bu kötü değildir. Ama alternatif olarak ne var? Bu sistemin karşısında
alternatif sistem var mı? Ya da emek cephesinin örgütlü gücün “Hayır,
evlerinize kapanmayın…” diyebildiği ya da ilerisi için diyecek bir güç var mı?
Yok. Bunlar olmadığından dolayıdır ki, bu barbar kapitalist sistem korkunç bir
proje ile dünya halklarını evlerine mahkum edebilmektedir.
Bu bir biyolojik saldırıdır. Ben en son sözü en
başta söylemekten yanayım.
Bu, proje laboratuvarlarında üretilmiş ve
piyasaya sürülmüş bir virüstür. Bu dehşet verici proje, kendi sahiplerini dahi
vurma, onları da sarmalayıp ateşleri içerisinde yakıp yok etme ihtimali
büyüktür.
Virüslerin mutasyona uğradığını ileri
sürüyorlar.
Bu olamaz mı? Elbette olur. Ama bunun karşısında
TIP, katettiği aşama ile bu çağda bu mutasyonun karşısında kendisini neden
değiştiremiyor?
Ayrıca laboratuvarlarda genetikleriyle
oynanmadığının garantisini veren var mı? Mevcut sistemlerin yürüttüğü haksız ve
kirli savaşların sonuçları ve yaşatılanlar insanın buruna pis kokular
getirmektedir. Elbette söylediklerimi ispatlayacak bir durumum yok, ama karşı
çıkacak insanın da bilimsel olarak beni ikna edecek argümanlarla geleceğini
sanmıyorum.
Bu virüs, ulusları tarihten silecek, devletleri
çökertecek, ‘medeniyetler’ olarak bilinenleri yok edecek bir savaş yöntemidir.
Şimdi nasıl olur bütün bunlar? İnsan bu durum karşısında şaşırabilir. Kısaca ve
başlıklar biçiminde fikrimi formüle edersem:
Üretim durduruldu mu? Evet.
Diplomatik görüşmeler son buldu mu? Evet.
Tiyatro, sinema, işçilerin emekçilerin,
ezilenlerin gösterilerinin tümü rafa kalktı mı? Evet.
Bütün bunları ve yazamadığım yaşamla ilgili her
şeyin sonu oldu mu? Evet.
Şimdi,
Bu Virüs,
Çin ile başladı. İran ve Akdeniz havzasından
Avrupa hattına yayılıp geniş bir Alana yayıldı. Bu büyük güçlerin hedeflediği,
bilinçli bir şekilde çizdiği bir alan uzantısına benziyor.
Kara Veba, Cüzzam, İspanyol Nezlesi gibi birçok
diğer bulaşıcı hastalık tarihte yaşandı ve insanlık için yıkımlar ve büyük
acılar yaşattı. Bu hastalıkların getirisi ve götürüsü ile o dönemin tarihsel
koşullarının farklı olduğunun altını çizmekte fayda vardır. Tarihte yaşanan bu
virüse benzer hastalıklar, milyonlarca insanın ölümüne neden olsa da o zamanı,
bugünle aynı biçimde ele alamayız. Lakin bugün yaşadıklarımızda, uzun yıllardan
beri bu barbar kapital sermayenin efendilerinin demeçlerine bakıldığında
virüsün daha kontrollü ve bilinçli olarak piyasaya sürüldüğü hemen
anlaşılacaktır.
Virüsü, “Yerkürenin Efendileri”nin üretmiş
olabileceğini ispatlama durumumun olmadığını yukarıda belirttim. Direk diyemem
ama kapitalizmin özünü bilen herkesin dediklerimi anlayacağını umuyorum.
Kapitalist sistem önce yükselir, sonra yıkıma gider. Özü budur.
Anlaşılacağı gibi kapitalizm yürüttüğü savaşlar
tamamen niyetten bağımsızdır. Karakteri gereği bu savaşları yürütür.
Gelişen hadiseler karşısında ortaya belirsiz bir
durum çıkmaktadır, o, da bu kaosu kimin yöneteceğidir.
Sistem önemlidir. Mevcut gerici bir sistem kendi
kendisini imha ediyor. Ama döneme göre, yeni bir çağa göre kendisini organize
ediyor ve yeniliyor. Burada kazanımın emekçilerin lehine olduğunu diye bilir
miyiz? Asla.
Kapandık evlerimize…
Virüs ile ölmezsek, açlık ile öleceğiz.
Ölüm kaçınılmazdır. Ama öyle bir sosyal yaşantı
hal alacak ki; en yakın arkadaş ve akrabaların birbirinin yardımına koşacak
mecalinin olup olmayacağını bir tarafa bırak, birbirimizin ölüsünü kaldıracak
kimseler bulamaz hale geleceğiz.
İnsanların sağlığından, doğa sorununa kadarki
bütün problemler insanlığın ortak sorunu haline gelmiş durumdadır.
Sosyalistler, yerküreye karşı kendilerini sorumlu görüyorlarsa eğer bunun ciddi
bir savaş olduğunu, insanlığın, yerkürenin geleceği açısından ciddi tehditlerle
karşı karşıya olduğunu görmeleri gerekir. Geleceğin tasavvurunu da bu
gelişmeler üzerinde şekillendirmeleri gerekeceğine inanıyorum.
Burjuvazinin yarattığı bu korku kalesi ile YENİ DÜNYA DÜZENİ’NE sanırsam başarıyla
geçecektir. Öldürebildiklerini öldürecek.
Şimdilik milyonlara varacak ölümler olmayacak
ama önümüzdeki yıllarda bu projenin ikinci hamlesi gerçekleştirildiğinde
inanılmaz vahşet yaşanacağına inanıyorum.
Sonuç olarak, kapitalizm en büyük gelişiminin
yaşandığı, büyük tekellerin ortaya çıktığı ortamların sonrasında büyük bir
yıkım ve kendi kendini tahrip etme özeliğine de sahiptir. Tarih bunun
kanıtıdır. Kapitalizm, üretimin genel sonuçlarıyla yüzleşmekten kurtulamadı,
kurtulamaz. Bu açıdan doğaya ve insana karşı savaşında kapitalizm, yarattığı
tahribatların yeni bir versiyonuyla yüz yüze olduğunu söylemek yanlış değil
aksine bu yönüyle bir gerçekliktir.
Dolayısıyla sonuçların özünde kapitalizm ve
kapitalizmin üretimi vardır.
Kasım Koç Mart 2020